Bir zamandır British Airways’in insanları tatile teşvik eden reklamları yayınlanıyor.
Bu reklamların teması, tatile çıkan çalışanın tatil boyunca işiyle ilgili olarak hiçbir şey yapmayacak olması.
Bir tanesinde, çalışan işyeri dışında olacağını gösteren mesaj yazıyor: Tatil boyunca pillerimi şarj edeceğim. Ama telefonumun ve laptop’ımın pilleri kesinlikle ölü kalacak.
Diğerinde çalışan yine benzer bir mesaj yazıyor: Tatil boyunca 6 kitap, 17 restoran menüsü, sayısız şarap şişesi etiketi, tam tamına da sıfır adet sizden gelen e-mail okuyacağım.
Tatilde kafayı tümüyle boşaltmak lazım, şarj etmek lazım, bunun için de işle ilgili her şeyden uzak durmak lazım.
Yıllık tatil dışında hafta sonları için de benzer bir durum söz konusu: Çalışanlar hafta sonlarında işleriyle ilgili hiçbir şey yapmamalılar, hafta sonu tatili iki günden üçe çıkmalı. Hatta dört gün tatil de iyi olur. Aslında hiç çalışmadan yaşamımızı geçirsek en iyisi olacak.
Çalışanlar Cuma gününü iple çekiyor. Pazartesi günü de Pazartesi sendromu yaşıyor. Genel olarak hiçbir çalışan işyerini sevmiyor, hatta tiksiniyor.
İnsanların zamanlarının iş ve tatil zamanı olarak katı bir şekilde ayrılmış iki bölümden oluşması, tatil zamanının sürekli arttırılmaya çalışılması sağlıklı bir durum değil.
Her türlü katı ayrım insan ruhunda sakatlık yaratır. Çalışanların ne kadar tatil yaparlarsa yapsınlar hiçbir zaman tatil doyumu sağlayamaması, tatil zamanlarını özlemesi bu sakat durumun göstergesi.
Halbuki çalışmak iyi olmalıydı. Çalışmak güzel olmalıydı.
Neden böyle olmadı?
Bir nedeni kurumların, şirketlerin yapısının kötüleşmesi. Çalışanlar kendilerini çalıştıkları yere ait hissedemiyorlar. Böyle bir aidiyet duymaları gerekli mi diye de sorulabilir ama genel olarak kurumun amacını, çalışma ve yönetim şeklini benimseyen çalışanlar daha huzurlu, daha başarılı da olurlar.
Peki, çalışanlar neden işyerlerini benimseyemiyorlar?
Birinci nedeni yönetim: Özel şirketler karı çoklamaktan başka bir şey düşünmeyen yöneticiler tarafından yönetiliyor. Şirketin yeri, felsefesi, amacı, çalışanları bu yöneticiler için önemli değil. Çalışanlar yalnızca yöneticilerin kafasındaki planlara göre işlerini yapmalılar, başka bir şey düşünmemeliler. Çalışanların karar inisiyatifi iyice ellerinden alınmalı. Kendi başına karar vermek neredeyse olanaksız duruma getirilmeli ve böyle yapanlar da hemen cezalandırılmalı. Hiç kimse yöneticinin kırbacının gösterdiğinden başka bir yönü düşünmemeli.
İkinci nedeni, her şirketin çalışma alanının yasalar ve yönetmelikle tarafından “aşırı” düzenlenmesi. Bu yasalar ve yönetmelikler o kadar kısıtlayıcı ki işler kağnı hızında ilerliyor, bir karar alınırken bin kez hesap yapılıyor. Ve ne yapılırsa yapılsın resmi denetleme kurumları yine de bir kusur bulabiliyor. Bu da mesleki doyumsuzluk yaratıyor.
Bunlar ve sayısız başka nedenler çalışanlar için, özellikle de beyaz yakalı çalışanlar için çalışma ortamını zehirli bir ortama çeviriyor. Beyaz yakalı çalışanlar bütün dünyada kendi toplumlarında en üst düzey eğitim almış kişiler. Eğitimleri boyunca bu insanlara sky is the limit deniyor ama sonra işyerine girdiklerinde eğitimlerinin zenginliğiyle ilgisiz, fakir bir entelektüel ortamla karşılaşıyorlar.
İdeal ortamsa tatildeymiş gibi çalıştıkları, çalışıyormuş gibi tatil yaptıkları ortam. Ama bunu da söylemesi kolay, hayata geçirmesi zor.